Hz Adem ile başlayan insan hayatı bir tufan ile son bulmuş, Hazreti Nuh (a.s) ile yeniden başlamıştır. Hz. Nuh’un (a.s.) 4 çocuğu bulunur. Hz. İdris’in (a.s.) göğe kaldırılmasından sonra insanlar putlara taptılar. Hazreti Nuh (a.s.) insanları bir ve tek olan Allah’ın dini ne davet etti. İnsanlar onunla dalga geçtiler. Rivayetegöre insanlar Hz. Nûh’a kadar tevhid inancıyla yaşamış, putperestlik ilk defa Nûh’un kavmiyle ortaya çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Dediler ki: Tanrılarınızı bırakmayın, ilâhlarınız Ved, Süvâ‘, Yegūs, Yeûk ve Nesr’den vazgeçmeyin” meâlindeki âyette (Nûh 71/23) Nûh kavminin taptığı Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Nuh (a.s.) yaşıyla ilgili olarak şöyle denilmektedir: "Andolsun ki biz, Nuh'u kendi kavmine gönderdik de O, dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Sonunda, onlar zulümleri­ni sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi. Fakat biz, O'nu ve gemidekileri kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık." Nuh (a.s.) ile ilgili ayetleri yazımızın devamından okuyabilirsiniz. Hz. Nuh (a.s.), Kuran’da adı zikredilen peygamberlerden biridir. Hz. Nuh (a.s.) hakkında Kuran’da birçok ayet yer almaktadır. Bu ayetlerden 5 tanesi aaşğıdaki gibidir. Onlara Nûh’un kıssasını da oku! Kalbiyleşükreder; onunla Allah’ı zikretmediği bir an olmaz. İşte Hz. Nûh bu konuda gelecek nesillere güzel bir numûne olmuştur. O dâimâ Rabbine şükreder, kavminden gördüğü sıkıntılara da sabrederdi. 950 sene hep böyle devam etti. O’nun şükrüyle ilgili olarak şu bilgiler rivayet edilir: Hz. Nûh bir şey yediğinde: Adem'in yaratılışı ile ilgili bilgiler, hem Tevrat'ta hem Kuran-ı Kerim'de geçmektedir. Bizim mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim'e göre, Hz. Adem'in yaratılışı, diğer insanların 43Fu2uR. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Âdem'den Hz. Muhammed kadar bir çok peygamberin hayat hikayeleri ve zorlu mücadeleleri yer alıyor. Peki İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem nasıl yaratıldı? Allah'ın yarattığı ilk insan ve ilk Peygamberdir. İnsanlığın atası olarak görülen Hz. Adem, tüm dinlerde bu şekilde kabul edilir. Hem Yahudi, hem Hristiyan, hem de islâm kaynaklarında Hz. Adem ile ilgili yer alan kaynaklar benzerlik gösterir. İslâmî kaynaklarda insanlığın atası olması sebebiyle ebü’l-beşer, Kur’ân-ı Kerîm’de bk. Âl-i İmrân 3/33 Allah’ın seçkin kıldığı kişiler arasında sayılmış olduğundan safiyyullah unvanlarıyla da anılmaktadır. Hz. Adem'in yaratılışı, meleklerin Hz. Adem'e secde edişi, şeytanın Hz. Adem'e karşı tutumu, Hz. Adem'in cennete konuluşu ve daha sonra hatalarıyla birlikte eşiyle cenetten çıkarılması gibi hususlar Kuran-ı Kerim'de zikredilmiştir. Peki İslami kaynaklara göre Hz. Adem kimdir? Nasıl yaratılmıştır? İLK İNSAN HZ. ADEM'İN YARATILIŞI Hz. Adem'in yaratılışı ile ilgili bilgiler, hem Tevrat'ta hem Kuran-ı Kerim'de geçmektedir. Bizim mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim'e göre, Hz. Adem'in yaratılışı, diğer insanların yaratılışına benzemiyor. Âli imran suresi 59. ayette Allah şöyle buyuruyor "Allah nezdinde Îsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan var etti; sonra ona “ol” dedi ve oluverdi." Hz. Adem'in yaratıldığı madde ile ilgili ayetlerde çeşitli terimlere yer verilmektedir. Kuran tefsircisi Fahreddin Râzi'ye göre ayetlerdeki bilgilerle, Hz. Adem'in yaratıldığı maddenin; toprak, su, çamur, akışkan çamur, yapışkan çamur, kurumuş çamur olarak açıklandığı görülüyor. Kur'an'da ve sahih hadislerde yer alan bilgilere göre Hz. Adem'in çamurdan yaratıldığı netlik kazanıyor. KU'RAN'DA İNSANIN YARATILIŞ SAFHASI İLE İLGİLİ AYETLER Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Âdem’in topraktan yaratılış safhaları şöyle beyan buyrulmaktadır 1. Toprak Safhası “Allah Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi, o da hemen oluverdi.” Âl-i İmran, 59 2. Çamur Safhası “Allah yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratmış ve insanı yaratmaya da çamurdan başlamıştır.” Secde, 7 3. Yapışkan Çamur Safhası “Şüphesiz Biz onları Âdem ve neslini yapışkan bir çamurdan yarattık.” Saffât, 11 4. Havada Kurumuş Çamur Safhası “Andolsun Biz insanı, havada kurumuş bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” Hicr, 26 5. Ateşte Pişmiş Çamur Safhası “Allah insanı, ateşte pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” Rahmân, 14 Hazret-i Âdem’den sonra onun sulbünden gelecek her bir insanın yaratılış serüveni ise âyet-i kerîmede şöyle özetlenmektedir “Sonra o nutfeyi, bir aleka yapışkan ve döllenmiş yumurta yaptık. Peşinden, o alekayı bir mudğa bir çiğnem et hâline getirdik; ardından bu bir çiğnem eti, kemiklere iskelete çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan olarak meydana getirdik. İşte yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” Mü’minûn,14 Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’in -aleyhisselam- hangi günde yaratıldığı belirtilmemekte, ancak hadislerde onun cuma günü yaratıldığı, o günde cennete konulduğu, yine cuma günü cennetten çıkarıldığı, aynı günde tövbesinin kabul edildiği ve yine bir cuma günü vefat ettiği haber verilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem -aleyhisselam- ile ilgili âyetlerde bu konu genellikle üç ayrı noktadan ele alınmıştır. Öncelikle Hz. Âdem’in -aleyhisselam- son derece önemsiz bir madde olan topraktan başlamak üzere bedenî ve ruhî yönleriyle tam ve kâmil bir insan haline gelinceye kadar geçirdiği safhalardan söz edilir ve bu suretle Allah’ın kudretinin üstünlüğü vurgulanmış olur. İkinci olarak Âdem’in varlık türleri arasındaki mevkiinin yüksekliğine işaret edilir. Bu âyetlerde hem Âdem’in hem de onun soyunun yeryüzünün halifeleri olduğu, Allah’ın kendilerine verdiği aklî, zihnî, ahlâkî vb. meziyetlerden, dolayısıyla hem Allah’a ibadet eden hem de yeryüzünde Allah’ın hükümlerinin yerine getirilmesini sağlayan, ayrıca diğer birçok varlık türlerini kendi hizmetinde kullanabilen varlık olduğuna dikkat çekilir. Çeşitli âyetlerde Allah’ın emri uyarınca meleklerin Âdem’e secde ettikleri bildirilmektedir. Buna göre Allah Âdem’i meleklerden daha üstün ve onların saygısına lâyık bir mertebede yaratmıştır. Bu meziyet yalnız Âdem’e münhasır olmayıp aynı zamanda bütün insanlığa mahsus bir şereftir. Kur’an’da başka vesilelerle de insanoğlunun bu özelliğine işaret edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in Âdem’le ilgili olarak ele aldığı üçüncü konu onun peygamberliğidir. Hz. Âdem’in nebî veya resul olduğunu açık ve kesin olarak ifade eden âyet yoksa da yine Kur’an’ın açıkladığına göre, “Âdem rabbinden vahiy kelimât almıştır” Bakara 2/37. Allah ona hitap etmiş, yükümlülük ve sorumluluğunu bildirmiştir Bakara 2/33, 35; Arâf 7/19; Tâhâ 20/117. Başka bir âyette de Allah’ın Nûh, İbrâhim hânedanı ve İmrân hânedanı ile birlikte Âdem’i de âlemlere üstün kıldığı belirtilmekte bk. Âl-i İmrân 3/33, böylece dolaylı olarak onun peygamber olduğuna işaret edilmektedir. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan bir hadiste, ilk peygamberin kim olduğu yolundaki bir soruya Hz. Peygamber’in “Âdem’dir” karşılığını verdiği belirtilmektedir. Hz. Âdem ve onun soyunun diğer birçok varlıktan daha üstün ve değerli sayılmasının temelinde Allah’ın onlara verdiği bilgi gücü bulunduğu söylenebilir. Nitekim Kur’an’da meleklerin, insanoğlunu “yeryüzünde fesat çıkaran ve kan döken” varlık olarak nitelendirmeleri üzerine Allah’ın Âdem’e bütün isimleri öğrettikten sonra bunları meleklere sorduğu, onlar bilemeyince Âdem’e, “Ey Âdem, onlara eşyanın isimlerini bildir!” dediği ve Âdem’in isimleri onlara bildirdiği açıklanmıştır bk. Bakara 2/30-33. Tefsirlerde genellikle, bu âyetlerdeki “isimler”in kavram bilgisi olduğu ve meleklerin bilmedikleri şeyler hakkında Hz. Âdem’in bilgili kılındığı, böylece onun ilimde meleklerden daha üstün nitelikte yaratıldığı yine bu âyetlerde belirtilmektedir. Söz konusu âyetlerin birinde, “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti” denilerek Âdem’in bilgisinin genişliğine işaret edilmiştir. Bilgi gibi bir meziyet ve imtiyaza sahip olmak meleklerin bile Âdem’e secde etmesini gerektirdiğine göre, insanoğlu aynı meziyet sayesinde tabiattaki birçok varlığa ve güçlere hâkim olup eşyaya şekil verme ve onları kendi yararına kullanma kabiliyetinde yaratılmıştır. MELEKLERİN HZ. ADEM'E SECDE ETMESİ Kur’ân-ı Kerîm’e göre, Allah Âdem’i -aleyhisselam- yarattığı ve ona ruh verdiği zaman meleklere, “Âdem’e secde edin!” diye emretmiş, bütün melekler bu emre uymuşlar bk. el-Bakara 2/34; el-Arâf 7/11; el-Hicr 15/29-31; el-İsrâ 17/61; el-Kehf 18/50; Tâhâ 20/116; Sâd 38/72-74, ancak İblîs kendisinin ateşten, Âdem’in ise topraktan yaratıldığını, dolayısıyla ondan üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı gelmiş bk. el-Arâf 7/12; el-Hicr 15/33; el-İsrâ 17/61; Sâd 38/76 ve bu yüzden lânetlenerek Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır bk. Sâd 38/74-78. Bunun üzerine, Allah’tan kıyamete kadar, düşmanı olan Âdem soyunu doğru yoldan ayırmak, kendi cemaatini çoğaltmak için mühlet istemiş bk. el-Arâf 7/13-18; el-Hicr 15/34-43; el-İsrâ 17/61, 65; Sâd 38/75-83, Allah da ona bu fırsatı vermiştir. İslâm’da Allah’tan başkasına ibadet maksadıyla secde etmek küfür olduğundan, meleklerin Hz. Âdem’e secdesi İslâm âlimlerince ibadet secdesi değil, saygı secdesi ve bir nevi biat olarak yorumlanmıştır. Bazı eserlerde Hz. Âdem’e secde etmekten kaçınan melekler olduğu ve bunların yakıldığı ifade edilmekteyse de bu rivayet, İslâm’ın melekler hakkındaki genel telakkisi ile bağdaşmaz. HZ. ADEM'İN CENNETTEN ÇIKARILMASI Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın Hz. Âdem ve Havvâ’ya -aleyhisselam- cennete yerleşmelerini emrettiği belirtilmekte bk. Bakara 2/35, ancak bunun âhirette iyilerin kalacakları “ebedîlik yurdu” dârülhuld olan cennet olup olmadığı konusunda açık bir ifade bulunmamaktadır. Bu yüzden İslâm bilginlerinden bir kısmı, ilgili âyetlerdeki cennet kelimesinin sözlük anlamıyla “bahçe” demek olduğunu, bunun da yeryüzünde bir yer olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Ebü’l-Kāsım el-Belhî, Ebû Müslim el-İsfahânî gibi birçok Mutezile âlimi ile bazı Ehl-i sünnet âlimleri bu görüşü savunurken ileri sürdükleri başlıca deliller şunlardır a Eğer Âdem ve Havvâ’nın -aleyhisselam- konulduğu cennet âhirette iyilerin mükâfatlandırılacağı cennet olsaydı, Âdem ve Havvâ’ya yasak konmaması gerekirdi. Çünkü esas olarak cennette yasak yoktur. b Cennette isyan ve günah söz konusu olamaz; halbuki Âdem ve Havvâ -aleyhisselam- günah işlemişlerdir. c Eğer burası asıl cennet olsaydı, orada kâfir bulunmaması gerekirdi. Oysa şeytan cennette iken kâfir olmuş ve bu yüzden oradan çıkarılmıştır. d Kur’an’da bildirildiğine göre cennet ebedîlik yurdudur; oraya giren bir daha çıkarılmaz bk. Hicr 15/48; halbuki Âdem ve Havvâ -aleyhisselam- konuldukları cennetten çıkarılmışlardır. Bu görüşte olanlar, buranın dünyadaki bir yer olması gerektiği konusunda daha başka deliller de ileri sürmüşlerdir. Hatta bunlar, “bağlık bahçelik yer, yeşil topraklar” anlamına aldıkları bu cennetin Fars ülkesi ile Kirman arasında, Aden arazisinde veya Filistin’de olduğu yönünde iddialar ortaya atmışlarsa da bu iddialar ciddi bir delile dayanmaktan uzaktır. İmam Mâtürîdî de bu cennetin genel anlamıyla bağlık bahçelik bir yer olduğu şeklindeki açıklamalarıyla buranın yeryüzünde olduğu görüşüne katılıyor gibiyse de tam olarak yerini tesbit etmenin imkânsız olduğunu, selefin de bu kanaati taşıdığını belirtmektedir. bk. Teʾvîlât, s. 106 Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu, Hz. Peygamber’in mirac sırasında cenneti müşahede ettiğini bildiren hadisleri de göz önüne alarak, Âdem ve Havvâ’nın -aleyhisselam- bulunduğu cennetin gökte olduğunu savunmuşlar, ayrıca onların cennetten çıkarıldığını anlatan âyetlerde “ininiz!..” ihbitû kelimesinin kullanılmış olmasını da buna delil göstermişlerdir. Karşı görüşte olanlar ise bu kelimenin Bakara sûresindeki 2/61 örneğinde olduğu gibi, “gitmek” anlamında kullanıldığını belirtmişlerdir. Bazı âlimler de bu konudaki her iki iddianın mümkün olduğunu, konu ile ilgili sahih ve güçlü bir delil bulunmadığından kesin bir sonuca varılamayacağını, dolayısıyla tartışmaya girmemek gerektiğini söylemişlerdir. bk. Râzî, III, 3-4; İbn Kayyim, Hâdi’l-ervâh, s. 24-44; Âlûsî, I, 233 HZ. ADEM'İN HATASI VE CENNETTEN ÇIKARILMASI Kur’an’a göre, Âdem ve Havvâ -aleyhisselam- cennete yerleştikten sonra orada Allah’ın nimetlerinden diledikleri gibi faydalanıyorlardı. Allah onları yasak ağaca yaklaşmamaları hususunda uyardı “Ey Âdem! Eşin Havvâ ile birlikte cennete yerleş; orada çekinmeden istediğiniz her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın; sonra ikiniz de zalimlerden olursunuz.” el-Bakara 2/35 Kur’ân-ı Kerîm’de bu ağacın mahiyeti hakkında bilgi verilmemiştir. Sadece şeytanın Âdem ile Havvâ’ya çirkin yerlerini göstermek için, “Rabbiniz başka bir sebepten dolayı değil, sırf melek olursunuz yahut ebedî kalıcılardan olursunuz diye şu ağacı size yasakladı” el-Arâf 7/20 ve “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi?” Tâhâ 20/120 diyerek onları yanılttığı belirtilmektedir. Bu konuda sahih hadislerde de başka bilgi yoktur. Diğer İslâmî kaynaklarda yer alan ve bu ağacın hayrı ve şerri bilme ağacı veya üzüm asması, buğday, incir ağacı vb. bitki türlerinden biri olduğunu belirten rivayetler ise İslâm dışı kaynaklara dayanmaktadır bk. Taberî, Câmiʿu’l-beyân, I, 184; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s. 256-257. Kur’an’a göre onları yasak ağaca yaklaşmaya teşvik eden şeytandır. Âdem’e -aleyhisselam- karşı açık bir kıskançlık içinde bulunan şeytan, önce Allah’ın emrine karşı gelerek Âdem’e secde etmemiş bk. el-Arâf 7/11-12, sonra da onu aldatarak günah işlemesine sebep olmuştur. Şeytanın cennete girişi ve Âdem ile Havvâ’ya yaklaşması konularında Kur’an ve sahih hadislerde bilgi yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’e göre yasağı çiğnemenin hemen ardından utanılacak yerleri kendilerine görünmüş ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerine örtmeye başlamışlardır. bk. el-Arâf 7/22; Tâhâ 20/121 Kur’an’a göre Âdem ve eşi -aleyhisselam- işlenilen bu suç sebebiyle içinde bulundukları cennetten, belirli bir müddet yaşamaları için yeryüzüne indirilmişlerdir. İnsanlar arasındaki düşmanlıklar da yasağı çiğnemiş olmanın bir cezasıdır. bk. el-Bakara 2/36, 38; el-Arâf 7/24; Tâhâ 20/123 İslâm’a göre Allah yol gösterici, bağışlayıcı ve yardım edicidir. Zaten Hz. Âdem -aleyhisselam- de cennetten atıldıktan sonra Rabb’inden birtakım kelimeler almış ve tövbesi kabul edilmiştir bk. el-Bakara 2/37. İslâm’a göre suç ve ceza ferdîdir; kimse kimsenin günahından sorumlu değildir bk. el-Enâm 6/164. Kur’ân-ı Kerîm’de, Âdem’in hatasının ve cezasının ferdîliği, Allah’ın insanlara yönelttiği şu hitapla belirtilmiştir “Yalnız size benden bir hidâyet geldiği zaman kimler benim hidâyetime uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir; inkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar ise ateş ehlidir, orada ebedî kalacaklardır” el-Bakara 2/38-39; Tâhâ 20/123. Tâhâ Sûresi’nin 121. âyetinde Hz. Âdem ve Havvâ’nın -aleyhisselam- şeytana aldanarak yasak ağacın meyvesinden yedikleri belirtildikten sonra, “Böylece Âdem Rabbi’ne âsi olup yolunu şaşırdı” denilmektedir. Bu âyetteki “asâ” fiili, Mutezile mezhebine göre, Hz. Âdem’in -aleyhisselam- büyük günah işlediği anlamına gelmez; o, küçük günah, başka bir tâbirle zelle* işlemiştir. Bunun “âsi oldu” fiili ile ifade edilmesi, insanlar için bir uyarı maksadı taşımakta, bir bakıma onlar, “Sakın, büyük günah şöyle dursun, önemsiz hataları bile küçümsemeyiniz!” şeklinde uyarılmaktadır bk. Zemahşerî, II, 557. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğu bunun bir günah olduğunu, yani Âdem ile Havvâ’nın yasağı çiğnemek suretiyle emre karşı geldiklerini ve bu yüzden âsi olduklarını kabul etmişlerdir. Ancak bazı âlimler Tâhâ sûresinin 115. âyetinde geçen, “Andolsun ki biz daha önce Âdem’e emir vermiştik; ancak o unuttu ve biz onu azimli bulmadık” meâlindeki ifadeyi göz önüne alarak, Hz. Âdem’in -aleyhisselam- yasaklanmış ağaca günah işleme azmi olmaksızın dalgınlıkla yaklaştığını belirtmişlerdir. Nitekim Hasan-ı Basrî, “Vallâhi, o unuttuğu için âsi oldu” demiştir bk. Râzî, XXII, 127. Ayrıca İslâm âlimlerinin kanaatine göre bu olay Hz. Âdem -aleyhisselam- cennette iken, yani peygamber olmadan önce cereyan etmiştir. O zaman ne ümmet, ne de cemaat vardı. HZ. ADEM'İN TEVBE ETMESİ VE BAĞIŞLANMASI Hz. Âdem’in -aleyhisselam- kasıtsız olarak işlediği bu hata, tövbe etmesi üzerine Allah tarafından bağışlanmış, yeryüzüne indikten bir müddet sonra da kendisine peygamberlik verilmiş, böylelikle o ilk insan, ilk baba ve ilk peygamber olmuştur. Aslında Hz. Âdem -aleyhisselam- ve eşinin şeytanın iğvâsına kapılmaları, pişmanlık duymaları ve tövbe etmeleri, tövbelerinin kabul edilmesi, cennetten çıkarılmaları gibi hadiseler, onların soyunun dünya hayatına ait macerasının bir hulâsası gibidir. Bu ilk günah ve daha sonraki gelişmelerin, yeryüzünde insanlar da haramlara yaklaştıktan sonra ataları Hz. Âdem -aleyhisselam- gibi samimiyetle tövbe ederlerse tövbelerinin kabul edilebileceğini, günah karşısında insan için bir tövbe ve af müessesesinin daima işleyeceğini, insanın böylelikle kemale ereceğini gösterdiği düşünülebilir. HZ. ADEM'İN CENNETTEN ÇIKARILDIKTAN SONRAKİ HAYATI Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanın iğvâsı sonucu Allah’ın yasağını çiğneyen Hz. Âdem ile Havvâ’ya -aleyhisselam- ve şeytana, “Birbirinize düşman olarak inin; yeryüzünde kalıp bir süre yaşamanız lâzımdır” el-Bakara 2/36; “Hepiniz oradan inin” el-Bakara 2/38 denildiği belirtilmektedir. İsrâiliyat’tan kaynaklanan bazı bilgilere göre Âdem ile Havvâ, cennetten çıktıktan 223 gün sonra evlenmişlerdir. Havvâ, Âdem’e her batında bir kız ve bir erkek olmak üzere, yirmi batında kırk çocuk doğurmuştur. İlk ikizler Kābil ile kız kardeşi Aklima, son ikizler ise Abdülmugīs ve Emetülmugīs’tir. Sadece Şît tek doğmuştur. Kābil ve Aklima’dan sonra ise Hâbil ile Lebuda doğmuştur. Âdem’in ilk çocuklarının isimleri, apokrif kabul edilen kitaplarda farklı şekillerde verilmektedir. “Hazineler Mağarası”na göre Kābil ile Lebuda, Hâbil ile Kelimath; “Âdem’in Vefatı” La mort d’Adam adlı esere göre Kābil ile Kainan, Hâbil ile Ema; “Âdem ve Havvâ’nın Mücadelesi”ne göre ise Kābil ile Luva, Hâbil ile de Aklejane dünyaya gelmiştir. Tevrat’a göre Âdem 930 yıl yaşamıştır. Hz. Âdem, ölmeden önce oğlu Şît’e son vasiyetini yapar ve bir cuma günü vefat eder. Rivayete göre Cenâb-ı Hak, Âdem’e ileride türeyecek bütün soyunu göstermiş, Âdem Hz. Dâvûd’un ömrünün altmış yıl olduğunu görünce kendi 1000 yıllık ömrünün kırk yılını ona vermiştir. Ancak eceli geldiğinde bu vaadinden dönmek isteyince Allah onun ömrünü 1000’e, Dâvûd’un ömrünü de 100’e tamamlamıştır. HZ. ADEMİN KABRİ NEREDEDİR? İbn İshak’a göre Hz. Âdem’in -aleyhisselam- kabri cennetin doğusunda bir yerde, diğer rivayetlere göre ise Mekke’de Ebûkubeys mağarasında veya Hindistan’daki Nevz dağındadır. Başka bir rivayete göre de tûfanda Hz. Nûh, Âdem’in tabutunu gemiye almış, tûfandan sonra da Beytülmakdis’e defnetmiştir. Konularına göre alfabetik Kur’an sistematik fihristi kelime sözleri. Hz Salih ve Semud Kavmi kuranda nasıl geçiyor? Hz Salih ile ilgili Kur’anı Kerim de sure ve ayetlerin anlamları meali nedir? Hz Salih ve Semud kavmini anlatan ayetler nelerdir? Kuranda Peygamber Salih ve Semud Kavmi ile alakalı arapça sure ve ayetlerin okunuşları hangileridir? Kurani Kerimde Hz. Salih aleyhisselam ve Semud Kavmi hakkında neler söylüyor? Araf Suresi, 74. ayet “Allah’ın Ad kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde güç ve servetle yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.” Araf Suresi, 75. ayet Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar müstekbirler, içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara müstaz’aflara dediler ki “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız” dediler. Araf Suresi, 76. ayet Büyüklük taslayanlar müstekbirler de şöyle dedi “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.” Araf Suresi, 77. ayet Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp Salih’e de şöyle dediler “Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden bir peygamber isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım.” Araf Suresi, 78. ayet Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Araf Suresi, 79. ayet O da onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.” Tevbe Suresi, 70. ayet Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. Hud Suresi, 61. ayet Semud halkına da kardeşleri Salih’i gönderdik. Dedi ki “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. O sizi yerden topraktan yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, duaları kabul edendir.” Hud Suresi, 62. ayet Dediler ki “Ey Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden iyilikler ve yararlılıklar umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.” Hud Suresi, 63. ayet Dedi ki “Ey kavmim, görüşünüz nedir söyler misiniz? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerindeysem ve bana Tarafından bir rahmet vermişse, bu durumda O’na isyan edecek olursam Allah’a karşı bana kim yardım edecektir? Şu halde kaybımı arttırmaktan başka bana hiçbir yarar sağlamayacaksınız.” Hud Suresi, 64. ayet “Ey kavmim, size işte bir ayet olarak Allah’ın devesi; onu serbest bırakın, Allah’ın arzında yesin. Ona kötülük vermek niyetiyle dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azap sarıverir.” Hud Suresi, 65. ayet Fakat onu öldürdüler. Salih Dedi ki “Yurdunuzda üç gün daha yararlanın. Bu, yalanlanmayacak bir vaaddir.” Hud Suresi, 66. ayet Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Salih’i ve O’nunla birlikte iman edenleri o günün aşağılatıcı azabından kurtardık. Doğrusu senin Rabbin, güçlü olandır, Aziz olandır. Hud Suresi, 67. ayet O zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. Hud Suresi, 68. ayet Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud halkı gerçekten Rablerine karşı inkar etmişlerdi. Haberiniz olsun; Semud halkına Allah’ın rahmetinden uzaklık verildi. Hud Suresi, 89. ayet “Ey kavmim, bana karşı gelişiniz, sakın Nuh kavminin ya da Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelenlerin bir benzerini size de isabet ettirmesin. Üstelik Lut kavmi size pek uzak değil.” Hud Suresi, 95. ayet Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud halkına nasıl bir uzaklık verildiyse Medyen halkına da Allah’ın rahmetinden öyle bir uzaklık verildi. İbrahim Suresi, 9. ayet Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, Ad ve Semud ile onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi? Ki onları, Allah’tan başkası bilmez. Elçileri onlara apaçık delillerle gelmişlerdi de, ellerini ağızlarına götürüp öfkelerinden ısırdılar ve dediler ki “Tartışmasız, biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkar ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeyden de gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.” İsra Suresi, 59. ayet Bizi ayet mucizeler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud’a dişi deveyi görünür bir mucize olarak gönderdik, fakat onlar bununla onu boğazlamakla zulmetmiş oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz. Hac Suresi, 42. ayet Eğer seni yalanlıyorlarsa, onlardan önce Nuh, Ad, Semud kavmi de yalanlamıştı. Furkan Suresi, 38. ayet Ad’ı, Semud’u, Ress halkını ve bunlar arasında birçok nesilleri yok ettik. Şuara Suresi, 141. ayet Semud kavmi de, gönderilen elçileri yalanladı. Şuara Suresi, 142. ayet Hani onlara kardeşleri Salih “Sakınmaz mısınız? demişti. Şuara Suresi, 143. ayet “Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.” Şuara Suresi, 144. ayet “Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.” Şuara Suresi, 145. ayet “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; Şuara Suresi, 146. ayet “Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?” Şuara Suresi, 147. ayet “Bahçelerin, pınarların içinde,” Şuara Suresi, 148. ayet “Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz alıcı hurmalıklar arasında?” Şuara Suresi, 149. ayet “Dağlardan ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz.” Şuara Suresi, 150. ayet “Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin.” Şuara Suresi, 151. ayet “Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin.” Şuara Suresi, 152. ayet “Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar ıslah etmiyorlar.” Şuara Suresi, 153. ayet Dediler ki “Sen ancak büyülenmişlerdensin.” Şuara Suresi, 154. ayet “Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet mucize getir-görelim.” Şuara Suresi, 155. ayet Dedi ki “İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı bir gün onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.” Şuara Suresi, 156. ayet “Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar. Şuara Suresi, 157. ayet “Sonunda onu yine de kestiler, ancak pişman oldular.” Şuara Suresi, 158. ayet Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Şuara Suresi, 159. ayet Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. Neml Suresi, 45. ayet Andolsun, Biz Semud kavmine de kardeşleri Salih’i “Yalnızca Allah’a kulluk edin” diye demek üzere gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirlerine düşman kesilmiş iki gruptur. Neml Suresi, 46. ayet Dedi ki “Ey kavmim, neden iyilikten önce kötülük konusunda acele davranıyorsunuz? Allah’tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi? Umulur ki esirgenirsiniz.” Neml Suresi, 47. ayet Dediler ki “Senin ve seninle birlikte olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık.” Dedi ki “Sizin uğursuzluğunuz başınıza gelenler Allah Katında yazılıdır. Hayır, siz denenmekte olan bir kavimsiniz.” Neml Suresi, 48. ayet Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı. Neml Suresi, 49. ayet Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki “Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim.” Neml Suresi, 50. ayet Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de onların hilesine karşı onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. Neml Suresi, 51. ayet Artık sen, onların kurdukları hileli-düzenin uğradığı sona bir bak; Biz, onları ve kavimlerini topluca yerle bir ettik. Neml Suresi, 52. ayet İşte, zulmetmeleri dolayısıyla enkaza dönüşmüş ıpıssız evleri. Şüphesiz bilen bir kavim için bunda bir ayet vardır. Neml Suresi, 53. ayet İman edenleri ve sakınanları da kurtardık. Ankebut Suresi, 38. ayet Ad’ı ve Semud’u da yıkıma uğrattık. Gerçek şu ki, kendi oturdukları yerlerden size durumları belli olmaktadır. Kendi yaptıklarını şeytan süsleyip-çekici kıldı, böylece onları yoldan alıkoydu. Oysa onlar görebilen kimselerdi. Sad Suresi, 13. ayet Semud, Lut kavmi ile Eyke halkı da. İşte onlar Allah’a karşı isyanda birleşen ve güç toplayan fırkalardı. Sad Suresi, 14. ayet Hepsi de elçileri yalanladılar, böylece azapla-sonuçlandırmam onlara hak oldu. Mü’min Suresi, 31. ayet “Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer bir gün. Allah, kullar için zulüm istemez.” Fussilet Suresi, 13. ayet Bu durumda eğer onlar yüz çevirirlerse, artık de ki “Ben sizi, Ad ve Semud kavimlerinin yıldırımına benzer bir yıldırımla uyardım.” Fussilet Suresi, 14. ayet Onlara “Yalnızca Allah’a kulluk edin” diye önlerinden ve arkalarından elçiler gelince, dediler ki “Eğer dileseydi Rabbimiz melekler indirirdi. Bundan dolayı biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkar edicileriz.” Fussilet Suresi, 17. ayet Semud’a gelince; Biz onlara doğru yolu gösterdik, fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Böylece kazandıkları şeyler yüzünden onları alçaltıcı azabın yıldırımı yakalayıverdi. Fussilet Suresi, 18. ayet İman edenleri ve sakınanları ise kurtardık. Kaf Suresi, 12. ayet Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud kavmi de yalanladı. Zariyat Suresi, 43. ayet Semud kavminde de ayetler vardır. Hani onlara “Belli bir süreye kadar yararlanın” denmişti. Zariyat Suresi, 44. ayet Ancak Rablerinin emrine baş kaldırdılar; böylece bakıp-dururlarken, onları yıldırım çarpıp-yakaladı. Zariyat Suresi, 45. ayet Artık ne ayağa kalkmaya güç yetirebildiler, ne yardım bulabildiler. Necm Suresi, 51. ayet Semud’u da. Böylelikle o halklardan kimseyi bırakmadı. Kamer Suresi, 23. ayet Semud kavmi de uyarıları yalanladı. Kamer Suresi, 24. ayet Dediler ki “Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık delalet ve çılgınlık içinde kalmış oluruz.” Kamer Suresi, 25. ayet “Zikr vahy içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır.” Kamer Suresi, 26. ayet Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu bilip-öğreneceklerdir. Kamer Suresi, 27. ayet Gerçek şu ki Biz, bir fitne imtihan ve deneme konusu olarak o dişi deveyi kendilerine göndereniz. Şu halde sen onları gözleyip-bekle ve sabret. Kamer Suresi, 28. ayet “Ve onlara, suyun aralarında kesin olarak pay edildiğini haber ver. Su alış sırası kiminse, o hazır bulunsun.” Kamer Suresi, 29. ayet Derken arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağını kapıp hayvanı ayağından biçip yere devirdi.’ Kamer Suresi, 30. ayet Şu halde Benim azabım ve uyarmam nasılmış? Kamer Suresi, 31. ayet Çünkü Biz onların üzerine bir tek çığlık gönderdik. Böylece onlar, ağıldaki çalı-çırpı olan kuru ot gibi oluverdiler. Hakka Suresi, 4. ayet Semud ve Ad toplumları, karia’yı yalan saydılar. Hakka Suresi, 5. ayet Bu nedenle Semud halkı, korkunç bir sesle helak edildi. Buruc Suresi, 17. ayet Orduların haberi sana geldi mi? Buruc Suresi, 18. ayet Firavun ve Semud ordularının? Fecr Suresi, 9. ayet Ve vadilerde kayaları oyup biçen Semud’a? Şems Suresi, 11. ayet Semud halkı azgınlığı dolayısıyla yalanladı; Şems Suresi, 12. ayet En zorlu bedbahtları’ ayaklandığında, Şems Suresi, 13. ayet Allah’ın elçisi onlara dedi ki “Allah’ın deneme için size gönderdiği devesine ve onun su içme-sırasına dikkat edin.” Şems Suresi, 14. ayet Fakat, onu yalanladılar, deveyi yere yıkıp öldürdüler. Rableri de günahları dolayısıyla onları yerle bir etti, kırıp geçirdi’; orasını da dümdüz etti. Şems Suresi, 15. ayet Allah, asla Bunun sonucundan korkmaz. Hz Nuh kimdir ve Nuh Aleyhisselam kaç sene yaşadı, Nuh aleyhisselam gemisi nerede? İşte Nuh aleyhisselam hayatı ve Hz Nuh Peygamber hakkında tüm ayrıntılar. “BİZ DE NUH aleyhisselam VE BERABERİNDEKİLERİ, DOLU BİR GEMİ İÇİNDE TAŞIYARAK KURTARDIK” Şuara; 119 Her şey, Sir Leonard Wooley isimli amatör bir İngiliz arkeoloğun Mezopotamya’da yaptığı kazılar sırasında başlamıştı. Ele geçen bulgular, o güne kadar bir efsane gözüyle bakılan Nuh Tufanıyla bağlantılıydı. Batı insanı çok haklı sebeplerden dolayı Kitab-ı Mukaddes’i güvenilir bir kitap olarak saymadığı için bu kitapta anlatılan Tufan olayını da mitolojik bir hikaye olarak değerlendirmekteydi. Ama Wooley’in araştırması bu inancın yanlışlığını ortaya koyuyordu. Özellikle sevinenler Hıristiyan ve yahudi din adamları oldular. Derhal heyetler oluşturulup çalışmalara başlanıldı. Bu arada dünyanın her tarafında yapılan araştırmalar, Tufanın hemen bütün toplumların efsanelerinde yer aldığını gösterdi. Asya’da 13, Avrupa’da 4, Amerika’da 37, Avustralya ve Okyanusya adalarında ise 9 adet Tufan efsanesi tespit edilmişti. Bunların en şaşırtıcısı da Hopi kızılderililerine ait olanıydı. Denizden çok uzakta, Kuzey Amerika’nın güney batısında yaşayan Hopilerin destanlarında kabaran suların ülkelerini baştan başa kapladığı, dağların tepelerine kadar yükseldiği ve yeryüzündeki canlıları yok ettiği anlatılıyordu. Amerika’nın eski sahiplerinden olan Azteklerin destanlarından ise Tufanın süresi bile veriliyordu. Bütün bunlar, insanlık tarihinin hemen hemen başlarında meydana geldiğini gösterir. Sir Leonard Wooley’in bulduğu izler, Nuh tufanı değildi elbette… Mezopotamya ve çevresinin zaman zaman yaşadıkları büyük çaplı su baskınlarından birinin iziydi. Öte yandan, arkeolojik araştırmalarda ele geçen bulgular büyük bir tufanın yaşandığını ortaya koyuyordu. Bunun yanısıra bulunan her parça Tevrat’ın tahrif edildiğini, Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerin doğruluğunu teyid ediyordu. Gerçekten Kitab-ı Mukaddes öylesine tahrif edilmiş, olaylar öylesine birbirine karıştırılmıştı ki Nuh aleyhisselam adeta iki ayrı tufanı yaşayan bir peygamber durumunda resmedilmiştir. Bu acımasız tahrifat, ileride göreceğimiz gibi hala devam etmektedir. NUH KAVMİ Kur’ân-ı Kerîm, Tufanı Nuh aleyhisselamın etrafında gelişen bir olay olarak bildirmektedir. Hazret-i Nuh, alabildiğine dejenere olmuş bir kavme peygamber olarak gönderilmiştir. Bu topluluk putlara tapınır, insanlara zulmeder ve kötülüğün her türlüsünü açıkça işlerdi. Nuh aleyhisselam yüzyıllar süren mücadelesine rağmen onlardan çok azını Allahü tealanın varlığına ve birliğine inandırabilmişti. Fahreddin-i Râzî hazretlerinin bildirdiğine göre yola gelmemelerinin üç sebebi vardı; “Birincisi; kendi aralarından çıkmış bir fani insana peygamberlik makamını yakıştıramamışlardı. İkincisi; Nuh aleyhisselama inanan insanlar, hayat seviyeleri düşük, fakir insanlardan oluşuyordu. Eğer Nuh aleyhisselam gerçekten peygamber olsaydı, kendisine zenginler ve kavmin ileri gelenleri bağlanırlardı. Üçüncüsü ise; onlara göre kavmin ileri gelenlerin zengin ve kudretli olmaları zeki kişiliklerinden kaynaklanıyordu. Bu sebeple fakir kişiler aptaldı ve muhatap alınmaya değmezdi.” Bu kavmin ne zaman yaşadığı bilinememektedir. Elimizde bu kavimle ilgili iki önemli ip ucu vardır ki bunlardan birisi Nuh aleyhisselamla ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de verilen süre ve Gemi’nin Cûdî dağına oturması haberidir. Geminin, sonrakilere ibret olarak bırakıldığını biliyoruz. Bulunduğunda yaşı tespit edilebilecek ve böylece Nuh kavminin hangi zaman diliminde yaşadığı öğrenilebilecektir. Nuh aleyhisselamın ömrü ise, eğer o dönemin zaman anlayışına bir atıf yapmıyorsa insanlığın, bilinenden çok eski dönemlerinde yaşadıklarını gösterir. Gelelim efsanelere. Bütün kavimlerde en eski arkeolojik bulgularda bile tufandan efsanevi olarak bahsedilmektedir. Bu bulguların en eskisi MÖ. 6 bin sene öncesine ait olmasına rağmen bile yine de efsane olarak görmekteyiz. Bu da, Nuh kavminin tahminlerden çok çok önceki devirlerde yaşadığını göstermektedir. Şüphesiz ayet-i Kerîmelerde pek çok işaretler var ama işin erbabının konuya eğilmesiyle anlaşılacaktır. İLK PUTÇULUK İnsanlığın ilk devirlerinde, sanıldığı gibi insanlar putperest değillerdi. Saf ve duru bir yaratıcı inancları vardı. Zamanla bu inanış dejenere olmuştu. Hazret-i Âdem’den Hazret-i Nuh’a kadar olan dönemde putperestlik yaygın değildi. Ancak, Nuh kavminde işler değişti. Bu kavmin dindarlıkta temayüz etmiş; Vedd, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nesr isminde beş önemli şahıs vardı. Bunlar bin nakle göre İdris aleyhisselamın eshabıydılar. Birbiri ardınca vefat etmeleri büyük üzüntü meydana getirdi. Geride kalanlar da onların hatırasını canlı tutmak amacıyla onlara benzeyen beş heykel yaptılar. Zaman zaman heykelleri ziyaret eder, o Sâlih insanların nasihatlerini birbirlerine anlatırlardı. Ne var ki bir kaç nesil sonra gelenler, sözkonusu heykelleri putlaştırarak tanrı ilan ettiler. Artık putperestlik bu topluluğun resmi dini olmuştu. İnanç sapkınlığı ahlaki ve sosyal çözülmeyi di beraberinde getirince Allahü teala Nuh aleyhisselamı peygamber olarak onlara gönderdi. HZ NUHUN PEYGAMBERLİĞİ Nuh aleyhisselam işte bu topluluğun içinde doğmuş ve yetişmiş birisiydi. O, yeryüzüne gönderilmiş ilk Resuldür. Gerçi peygamberlik müessesesinden haberdar olan ve kendilerini ibadete verip peygamberlik beklentisinde olanlar vardı. Fakat bu şerefin bir rivayete göre marangoz olan ve mütevazi bir hayat süren Nuh aleyhisselama verilmesi, ilahi gayeyi kavrayamayan o insanları da tepkiye sürükledi. Bununla da kalmayarak putperestlerin safına geçmişlerdi. Öyle ki hanımı ve öz oğlu da Nuh aleyhisselama inanmıyorlar ve onu yalancılıkla itham ediyorlardı. Böylece tüm halk Nuh aleyhisselamı yalanlamakla kalmıyor, onu horluyorlardı. Çocuklara taşlatıyorlar, Nuh aleyhisselamı dövdürüyorlardı. Bu topluluğun içinde bulunan ve Hazret-i Nuh’a inanan 80 kadar mü’mine de çeşitli işkencelerde bulunuyorlardı. Böyle davrandıkları takdirde ilahi gazapla karşılaşacakları ihtar edildiğinde ise; “Bunca senedir seni yalanladığımız halde her hangi bir azap gelmediğine göre sen yalancının birisin. MÂdem ısrar ediyorsun, korkuttuğun azabı getir” diye açıkça meydan okuyorlardı. Nuh aleyhisselam, peygamberliğin verdiği engin şefkat ve merhametle mütecavizleri yatıştırmaya çalışıyor, “Allahü teala dilerse o azabı başınıza getirir. Siz bu konuda Rabbimi engelleyemezsiniz. Yine onun izni olmadan, size ne kadar nasihat etsem de faydasızdır. O sizin Rabbinizdir. Mutlaka ona döneceksiniz” diye nasihat ediyordu. Nuh aleyhisselamı davasından vazgeçiremeyeceklerini anlayan topluluk, bu sefer işi öldürme tehtidine kadar vardırdı. Artık iyice artan baskılar karşısında Hazret-i Nuh Rabbine yalvardı; “Rabbim, yeryüzünde inkarcı bırakma. Dorusu bu inkarcıların, sana inanan bir avuç insanı da yoldan çıkarmasından korkuyorum. Rabbim, beni, annemi, babamı ve sana inanan erkek ve kadınları bağışla. Yalnızca zalimleri yok et.” HZ NUHUN GEMİNİN İNŞASI Nuh kavmi Nuh’a demiş; Gemin kızakta kalır Devran göstermiş ki; kimler tuzakta kalır. Yapılan duaların akabinde Allahü tealanın emirleri gelir; “Ey Nuh, önceden sana iman edenlerden başka, kavminden hiç kimse iman etmeyecek. O halde sana yapılanlara kederlenme … Bizim vahyimizle bir gemi yap. Zulmedenler hakkında da şefkate kapılıp azabın kaldırılması için sakın dua etme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.” Bu emirler üzerine, Nuh aleyhisselam hemen harekete geçer. O zamana kadar görülmemiş boyutlarda olan geminin planlarını bizzat Cebrâil aleyhisselam bildiriyor, Nuh aleyhisselam da kendisine iman edenlerle beraber gemiyi inşa ediyordu. Kur’ân-ı Kerîm’in buyurduğu şekliyle gemi; elvahlı ve düsurlu idi. Elvah; levhin çoğuludur. Levh de tahta gibi yassı şeylere verilen isimdir. Düsur ise; disarın çoğuludur. Geminin parçalarını birbirine bağlayan nesne çivi, halat, perçin vb. anlamlarına gelmektedir. Müfessirler bu bilgilerden geminin, birbirine raptedilmiş tahta plakalardan inşa edildiğini söylemişlerdir. Geminin inşası hızla sürerken putperest topluluk müminlerle alay ediyorlardı. Bu kadar büyük bir geminin yüzemeyeceğini iddia ediyorlardı. Bununla da kalmayıp geceleri geminin içine girip ihtiyaçları gidermek suretiyle pisletiyorlardı. HZ NUHUN TUFANI Çalışmaların tamamlanmasından sonra, ilahi bir işaret olmak üzere “tennûr, faryâb etmeye başladı.” Tennûr; fırın, ocak anlamına gelmektedir. Cevâlikî ve Sa’lebî’ye göre ekmek pişirmek için yerde açılmış ve çamurla sıvanmış, içi ateş dolu olan yerdir. İslam alimleri Hazret-i Havvâ’nın ekmek pişirmek için kullandığı fırını da tennur olarak isimlendirmişlerdir. Faryâb ise; kuvvetle, şiddetle kaynamak anlamına gelmektedir. Tennûr’un şiddetle kaynaması atmosferik bir dizi hadisenin başladığına işaretti. İlim adamları, göğün boşalabilmesi için çok ani ve muazzam ısı değişikliklerinin olması gerektiğini söylerler. Belki de bölgedeki yanardağlar aniden faaliyete geçerek atmosferdeki bu ısı değişikliğini meydana getirmişti. İşaret alınınca; “Her cinsten birer çifti ve inkarcılar müstesna inanan insanları gemiye bindir” mealindeki ilahi emir geldi. Nuh aleyhisselam bu emri süratle yerine getirdi; “Binin gemiye, onun yüzmesi de, durması da Allahü tealanın adıyladır.” Gemiye biniş sona erince olaylar birbiri ardınca gelişiverdi. Bu durum Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır; “Bunun üzerine biz de gök kapılarını boşanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, belirtilen bir ölçüye göre birleşti. Ardından gemi, Allahü tealanın korumasında dağlar gibi dalgaların arasında akıp gitti.” Bu korkunç olay, kesin olarak bilinmeyen bir zaman ve kapsamda, Allahü tealanın takdir ettiği sürece devam etti. İslam alimleri bu sürenin 6 ay civarında olduğunu bildirmişlerdir. Neticede, gemidekiler kurtulurken, geriye kalan tüm insanlar helak oldular. Nihayet; “Ey arz suyunu yut, ey gök sen de yağmurunu tut” emri geldi. Böylece sular çekildi. Gemi Cûdî’ye oturdu. Kur’ân-ı Kerîm’de Tufan ve geminin izlerinin sonraki nesiller için saklandığı belirtilmekte ve “Buna rağmen ibret alan var mı?” buyurulmaktadır. Tufa’nın bir bölgeyi mi, yoksa bütün dünyayı mı kapladığı konusunda tereddüt vardır. Bazı alimler Kur’ân-ı Kerîm’de geçen; “Biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik” ilahi sözünü delil göstererek bir bölgede olduğuna işaret etmişlerdir. Ancak bazı alimler de; “Tufan, Kur’ân-ı Kerîm’de mutlak olarak zikredilmiştir. Arabi dil kaidelerine göre böyle mutlak ve kayıtsız söylenen ifadelerle o şeyin kemali kastedilir. Dolayısıyla Tufan bütün dünyayı kaplamıştır” demişlerdir. TUFANIN İZLERİ Bu bilgilerden sonra başlangıç noktamıza dönelim. İngiliz arkeolog Sir Leonard Wooley, 1922-1929 yılları arasında, Mezopotamya’nın antik şehirlerinden Ur’da uzun kazılar yaptı. Wooley ve ekibi, büyük başarılar göstererek MÖ. 4. bin yılından kalma kral mezarlarını ortaya çıkardılar. Mezopotamya tarihinin öğrenilmesinde dönüm noktası olan bu çalışmalar sırasında arkeolojik değeri çok yüksek kap, kaçak, miğfer, silah vs. yanında Tufandan önceki kralların listesini ihtiva eden kil tabletler de bulundu. O zamana kadar kral listeleri mitolojik olarak görülüyordu. Tabletlerin bulunmasından sonra, Wooley vakit kaybetmeden aynı yerde kazılara devam etti. Ne var ki 12 metre daha derine inildiğinde izler tamamen kesilmişti. Tarihi hiç bir bulguya rastlanmıyordu. Bu arada toprağın yapısı incelendiğinde tuhaf bir şeyle karşılaşıldı. Zemin tamamen balçıkla kaplıydı, fakat bu kadar derinlikte saf balçığın ne işi vardı? Üstelik kazı çukurunun dibi, denizden çok uzakta ve nehir seviyesinden de bir kaç metre daha yukarıdaydı. Hiçbir arkeolog tatmin edici cevabı bulamamıştı. Wooley kazıyı devam ettirdi ve daha aşağılara indi. Derken 3 metreden fazla derinlik tutan balçık tabakası birden bire kesildi. Şimdi normal toprak tabakalarına gelindiği düşünülebilirdi ama hayır, zımpara taşlarına ve kap kaçak gibi eşyalara rastlanılmıştı yeniden. Demek oluyordu ki bu çok eski medeniyetin üzerini 3 metrelik balçık tabakası örtmüş, en üstte de Ur medeniyeti yeşermişti. Balçığın sebebi ve kapladığı sahayı öğrenebilmek için civar bölgelerde bir dizi kazı daha yapıldı. İlk çukurdan 300 metre uzakta açılan ikinci çukurda da aynı sonuç elde edildi. Wooley, bu sefer de yüksekçe bir tepeyi kazdırdı. Sonuç değişmemişti, Böylece, balçık yığılmasının, ancak çok kuvvetli bir su baskını, yani Tufanın eseri olabileceğine dair rapor hazırlandı ve bütün dünyada heyecanlı yankılar doğdu. Bu arada bazı çevreler su baskınının dar bir çevrede yaşandığını ileri sürmüşlerdi ama yeni kazılar, onların iddiasını iflas ettirdi. Şuruppak kralı Ubartutu zamanında bölgenin bütünüyle korkunç bir felakete uğradığı ve kültür izlerinin tamamiyle gömüldüğü açıkça anlaşılıyordu. Tufanla ilgili olarak Mezopotamya dışında etraflıca bir çalışma yapılmadığından, su baskınının nerelere kadar uzandığını tam olarak bilemiyoruz. Tahmin edilen mıntıka, Basra körfezinin kuzeybatısında, 400 mil uzunluğunda ve 100 mil genişliğinde bir sahadır. Olayın tarihi ise, MÖ. 4 binden çok önceki yüzyıllardır. Bu tufan bildiğimiz Nuh tufanı değildi elbette. Ama bu bile, geniş çaplı bir su baskınının neler yapabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Öte yandan yapılan jeolojik araştırmalar, mahiyeti bilinemeyen sebeplerden dolayı dünyamızın yer yer bir kaç defa suya gömüldüğünü gösteriyor. Miami Üniversitesinden jeokimyacı Jerry Stip’e göre, dünyanın yaşadığı en müthiş su baskını, günümüzden yaklaşık sene önce olmuştur. Ancak bütün bu bulgular Nuh aleyhisselam zamanındaki tufana ait midir bilinememektedir. Mezopotamya dışında yapılacak kazıların bizi sonuca daha fazla yaklaştıracağı muhakkaktır. Özellikle Hazret-i Nuh’un inşa ettiği geminin kalıntıları ortaya çıkarılabilirse tufanın ne zaman meydana geldiğini öğrenmemiz mümkün olacaktır. HAZRET-İ NUH’UN ÖMRÜ Nuh aleyhisselamdan, Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde çokça bahsedilmiştir. Çeşitli vesilelerle Kur’ân-ı Kerîm’de 43 yerde ismi geçer. Ayrıca bir surenin adı da Nuh’dur. Zamanında meydana gelen Tufan sebebiyle “İkinci Âdem” diye de anılagelmiştir. Asıl isminin Yesker olduğu, fakat kavminin kurtuluşu için çok ağladığından, ağlamak manasına gelen “nevh” kökünden türemiş Nuh sıfatının asıl ismine dönüştüğü kayıtlıdır. Bu isim sami kökenlidir. Mezopotamya metinlerinden Gılgamış Destanında bu isim yerine Utnapiştim kullanılmıştır. Gerek Nuh’un ve gerekse Utnapiştim’in sözlük manaları bilinmemektedir. Sümerlerin Tufan kahramanına verdikleri isim ise Zî-ud-Sudra’dır. Zî; hayat/can/ruh, Ud; zaman, Sudda ise; uzun manasına gelmektedir. Bu üç kelimeden meydana gelen ismin anlamı; Uzun ömürlü demektir. Nuh aleyhisselamın kavmi içerisinde 950 sene kaldığı bildirilmektedir. Bugünkü yaş ortalamaları gözönüne getirildiğinde akıl almaz bir durumla karşılaşıyoruz. Kur’ân-ı Kerîm, Hazret-i Nuh’un dışındaki hiçbir peygamberin ömründen bahsetmez. Hemen ilave edelim ki; Mezopotamya’da bulunan tabletlerde anlatılan Tufan’dan kurtulan insanların önderi Ziussudra adını taşımaktadır ki; uzun ömür sahibi anlamına gelmektedir. Arkeologların Mezopotamyada buldukları bütün kral listeleri birbirini doğrular mahiyettedir. Arkeoloji literatürüne göre tufandan önceki Sümer krallarına Er sülaleler 1 ES-1 denilmektedir ki Tufan’a kadar 10 hükümdarın ismini içerir. 1932 yılında Irak’ın Horsabad şehri civarında, arkeologların WB-444 adını verdikleri cm. kalınlığında bir tablet daha bulunmuştur. Bu tablete göre Tufan’dan önce tam 10 kral yönetici olmuştur. Bunlardan 7. nin adı Enok olarak verilmiştir ki, kayıtlardan İdris aleyhisselam olduğu tahmin edilmektedir. Eğer böyleyse İdris aleyhisselamdan 3 hükümdar sonra Nuh aleyhisselam göreve başlamış ve onuncu kral zamanında Tufan meydana gelmiştir. Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler başta olmak üzere diğer İslami kaynaklar tarandığında pek çok arkeolojik, antropolojik ve jeolojik bilmece kolaylıkla çözülecek gibi görülmektedir. Tabletlerdeki kayda göre Tufanın 10. Kral zamanında meydana geldiğini belirtmiştik. Bir hadîs-i şerîfte bunu teyid eden bir ifade vardır. Efendimiz, Eshab-ı kiramdan gelen bir soru üzerine; “Âdem aleyhisselam ile Hazret-i Nuh arasında 10 karn kuşak, asır, dönem… geçmiştir” buyurmuşlardır. İslam alimlerinin nakillerine göre ilk peygamberler Âdem, Şit, İdris aleyhimüsselam, hem peygamber, hem de o zamanki insanların yöneticisiydiler. Tabletlerde de buna benzer bazı ifadelere rastlanmaktadır. Tabletlere göre Tufandan önce gelen hükümdarlar, aynı zamanda birer din adamıdırlar. Maalesef tabletler İslami birikimden yoksun insanlar tarafından deşifre edildiklerinden, pek çok muğlak ifadenin açıklanmasında zorluk çekilmektedir. ARARAT YALANI Tufan olayının, Kur’ân-ı Kerîm’de ve Tevratta yer alması, geminin üzerine oturduğu dağın isminin bile verilmesi, nihayet arkeolojik bulgular bir çok araştırmacıyı bu geminin bulunmasına sevketmiştir. Babilonya kayıtlarına göre gemi Nisir dağına, Tevrat’a göre Ararat dağları üzerine, Kur’ân-ı Kerîm’in buyurduğu şekliyle Cûdî dağına oturmuştur. Kurtuluş anlamına gelen Nisir, Asur topraklarının doğusunda bulunan bir bölgedir ki; Musul şehrinin kuzeyinde yer almaktadır. Yeni bulgularla, Babilonyalıların hangi dağa Nisir adı verdikleri tespit edilebilir. Hahamlarca tahrif edilmiş Tevrat’ta ise Ararat dağları kaydı vardır. Metinler üzerinde çok oynanmış olmasına rağmen bu isimlendirme doğrudur. Zira Ararat, Urartu kelimesinin İbranice transliterasyonudur ve MÖ. yıllarında Van bölgesinde hakim olan Asya menşeli Urartuların yaşadığı topraklar için kullanılmaktadır. Asurlular bu bölgeye Uruadri adını vermişlerdir ki; Ararat ve Urartu kelimelerinin değişik söylenişidir. Manası ise yüksek dağlar ülkesi veya yüksek ülkedir. Arkeolojik verilere ve tahrif edilmiş Tevrat’a göre gemi; Ağrı dağına değil “yüksek ülke”ye, yani Ararat-Uruadri-Urartu bölgesinde bir dağın üzerine oturmuştur. Yine aynı Tevrat’ta geminin, suların Fırat-Dicle doğduğu bölgeye yürüdükleri bildirilmektedir. Kısacası eldeki bütün belgeler bizi Ağrı dağından çok daha aşağılara götürmektedir. Ağrı dağında görülen gemi silueti ve bulunduğu yeri gösteren kroki. 1950’li yıllarda Türk Hava Kuvvetlerine mensup bir pilot binbaşının çektiği bu fotoğraf zihinleri bir hayli meşgul etmişti. Bunun basit bir yeryüzü şekli olduğu anlaşıldı. Zaten bir asrı aşkın bir zamandır Ağrı dağında yapılan onca araştırmaya rağmen hiç bir ize rastlanılamamıştır. Böylesine karış karış taranmış bir ikinci dağ yeryüzünde yoktur. Tabiatiyle yabancıların Ağrı’yı seçmelerinin sebebi politiktir. Nitekim araştırmacıların yüzde 70’inin Ermeni asıllı olması da bunca çabanın sebebini açıkça göstermektedir. Maksat Ermenileri Nuh aleyhisselama bağlamak suretiyle Anadolunun en eski Ermeni toprakları olduğunu güya ispat etmektir. HANGİ CÛDÎ? Geminin Ağrı dağıyla bir alakası olmadığı kesindir. Kur’ân-ı Kerîm Cûdî dağı ismini vermiştir. Katade’den gelen bir habere göre ilk müslümanlar yani eshab-ı kiram gemi enkazını gördüklerine göre Arap yarımadasına en yakın yükseltilerde kalıntılarını aramak gerekmektedir. Cûdî adında iki dağ vardır. Birincisi Cizre yakınlarındaki Cûdî dağıdır. İslam tarihçilerine göre Cizre, Tufandan sonra kurulan ikinci şehirdir. Mu’cemul Buldan; Cûdî dağında Nuh aleyhisselamın mescidinin, Herevi ise evinin bulunduğunu yazmaktadır. Halen Cizre’de, Nuh aleyhisselama nisbet edilen bir türbe vardır. Anadolunun en eski kavimlerinden olan Gutilere ait olan ve halen Londra’da bulunan tabletlerde de Nuh aleyhisselamın mezarının “Rayat” bölgesinde olduğu yazılıdır. Rayat, Dicle nehrinden itibaren, Cizre ovasının Silopi’ye kavuştuğu bölgenin adıdır ki, bu noktada Cûdî dağı bulunmaktadır. Daha eski bir kaynak olan ve MÖ. 250 yıllarında Babilli bir rahip olan Berossus’un yazdığı tufan kayıtlarına göre gemi, Cordiyan dağlarında durmaktadır ve yöre halkı, geminin dışını kaplayan katranı kazıyıp muska şeklinde kullanmaktadır. Berossus’un bahsettiği bölge Van gölünün güneyinde bulunmaktadır. 2 bin metrelik Cûdî, Mezopotamya ile Ararat arasındaki sınır dağdır. Bu dağ, Ağrı gibi kapsamlı bir şekilde araştırılmamıştır. Ancak bu dağda yürütülen araştırmalardan biri sırasında, geminin izlerine rastlandığı öne sürülmüşse de bu keşif ilmi açıdan kesin sonuca bağlanamamıştır. 1949 yılında batılı bir ekip tarafından yapılan araştırmanın sonuçları France Le Soir gazetesinin 31 Ağustos 1949 tarihli sayısında; “Nuh’un gemisini gördük fakat Ağrı’da değil” şeklinde sansasyonel bir başlıkla verilmiştir. Bu yazıya göre geminin boyu 150 metre, genişliği 24 metre, yüksekliği ise 15 metredir. 23 yıl önce de, Cûdî dağında bazı antik tahta parçaları bulunduğu iddia edilmiş, 6 Şubat 1972 tarihli Türk gazeteleri bu keşfi; “Nuh’un gemisinin Cûdî dağında olduğu tespit edildi” başlığıyla vermişlerdir. Keşfi yapan, Alman Devletler Araştırma Enstitüsü ilim adamlarından Friedrich Bender’dir. Bender, Cûdî dağında bulduğu katrana benzer bir madde ile birbirine yapışmış kalın tahta parçalarını Almanya’ya götürerek analiz ettirmiştir. Sonuçta katranımsı maddenin 50 bin, tahta parçalarının ise; 6630 yıllık olduğu açıklanmıştır. İlim adamları bu tarihlemedeki hata payının 300 yılı geçmeyeceğini söylemişlerdir. Bender’in, çalışmaya başlamadan önce Kur’ân-ı Kerîm’i ve Tufanı anlatan Gılgamış destanını incelediği ve geminin Dicle ile Zap suyu arasında karaya oturduğu kanaatine vardığı da bildirilmiştir. Cûdî adını taşıyan ikinci yer ise, Doğu Beyazıt bölgesindeki Cûdî tepesidir. Halen bu tepede gemiye benzeyen bir kütle mevcuttur. Buradan alınan örneklerde, silisleşmiş ağaç kırıntıları ve saf demiroksitten ibaret parçacıklar bulunmuştur. Kütlenin yapısı, etrafındaki topraktan son derece farklıdır ve civarda yapılan jeolojik araştırmalar bu bölgede bir su baskınının meydana geldiğini doğrulamaktadır. Ancak buraya Cudi adının verilmesi son yıllarda olmuştur. Bu bakımdan burayı, Kur’an-ı Kerim’de bildirilen Cudi olarak göremeyiz. Özetle; araştırmalar sürüp gidiyor ama dişe dokunur bir mesafe alındığını söylemek hala mümkün değil. Avrupa gazetelerinde geminin Cûdî’de bulunduğu şeklindeki haberler aniden ve şüpheli bir şekilde kesilivermişti. Bundan sonra yapılacak iş, tufanla ilgili bütün belge ve dökümanların Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler ve bunları yorumlayan İslam alimlerinin değerli kayıtları ışığında tekrar incelemektir. Bu verilerin ehil kişilerce etraflıca gözden geçirilmesi daha sağlıklı araştırmalara zemin hazırlayacaktır. Böylece dünya tarihinin en büyük keşiflerinden biri için önemli bir adım atılmış olacaktır. Konularına göre alfabetik Kur’an sistematik fihristi kelime sözleri. Hz İsa kuranda nasıl geçiyor? Hz İsa ile ilgili Kur’anı Kerim de sure ve ayetlerin anlamları meali nedir? Hz İsa anlatan ayetler nelerdir? Kuranda Peygamber İsa Hayatı ile alakalı arapça sure ve ayetlerin okunuşları hangileridir? Kurani Kerimde Hz. İsa aleyhisselam hakkında neler söylüyor? Hz. Îsâ Kur’ân-ı Kerîm’de Îsâ, İbn Meryem ve Mesîh şeklinde zikredilen, kendisine İncil’in verildiği, Hz. Muhammed’i müjdelediği bildirilen, “Allah’tan bir ruh ve kelime” olarak tavsif edilen, ancak kul olduğu vurgulanan peygamberdir. Îsâ -aleyhisselâm-, Yahyâ -aleyhisselâm-’ın doğumundan altı ay sonra Kudüs’te dünyâyı şereflendirmiştir. Îsâ -aleyhisselâm Kur’an-ı Kerîm’de adı geçen İsrâîloğulları’na gönderilen peygamberlerin sonuncusudur. Bakara Suresi, 87. ayet Andolsun, Biz Musa’ya kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs’le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz? Bakara Suresi, 136. ayet Deyin ki “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.” Bakara Suresi, 253. ayet İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah’ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa’ya apaçık belgeler verdik ve O’nu Ruhu’l-Kudüs’le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen ümmetler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır. Al-i İmran Suresi, 45. ayet Hani melekler, dediler ki “Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. O, dünyada ve ahirette seçkin, onurlu, saygındır’ ve Allah’a yakın kılınanlardandır.” Al-i İmran Suresi, 46. ayet “Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir.” Al-i İmran Suresi, 47. ayet “Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?” dedi. Fakat Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona “ol” der, o da hemen oluverir.” Al-i İmran Suresi, 48. ayet “Ona Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.” Al-i İmran Suresi, 49. ayet İsrailoğulları’na elçi kılacak. O, İsrailoğulları’na şöyle diyecek “Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah’ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır.” Al-i İmran Suresi, 50. ayet “Benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah’tan korkup bana itaat edin.” Al-i İmran Suresi, 51. ayet “Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur.” Al-i İmran Suresi, 52. ayet Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki “Allah için bana yardım edecekler kimdir?” Havariler “Allah’ın yardımcıları biziz; biz Allah’a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol” dediler. Maide Suresi, 53. ayet İman edenler “Olanca yeminleriyle elbette sizlerle birlik olduklarına ilişkin Allah’a yemin edenler bunlar mıdır? Onların bütün yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, böylece hüsrana uğrayanlar olmuşlardır” derler. Al-i İmran Suresi, 54. ayet Onlar inanmayanlar bir düzen kurdular. Allah da buna karşılık bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. Al-i İmran Suresi, 55. ayet Hani Allah, İsa’ya demişti ki “Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim.” Al-i İmran Suresi, 59. ayet Şüphesiz, Allah Katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” demesiyle o da hemen oluverdi. Al-i İmran Suresi, 60. ayet Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma. Al-i İmran Suresi, 84. ayet De ki “Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlardan hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz O’na teslim olmuşlarız.” Nisa Suresi, 155. ayet Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah’ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve “Kalplerimiz örtülüdür” demeleri nedeniyle onları lanetledik. Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona kalplerine damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. Nisa Suresi, 156. ayet Bir de İnkara sapmaları ve Meryem’in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri, Nisa Suresi, 157. ayet Ve “Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle de onlara böyle bir ceza verdik. Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara onun benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Nisa Suresi, 158. ayet Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Nisa Suresi, 159. ayet Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır. Nisa Suresi, 163. ayet Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur verdik. Nisa Suresi, 171. ayet Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Onu ‘OL’ kelimesini Meryem’e yöneltmiştir ve O’ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve elçisine inanınız; “üçtür” demeyiniz. Bundan kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah’tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. Nisa Suresi, 172. ayet Mesih ve yakınlaştırılmış yüksek derece sahibi melekler, Allah’a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O’na ibadet etmeye karşı çekimser’ davranırsa ve büyüklenme gösterirse bilmeli ki, onların tümünü huzurunda toplayacaktır. Maide Suresi, 17. ayet Andolsun, “Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler küfre düşmüştür. De ki “O, eğer Meryem oğlu Mesih’i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak yok etmek isterse, Allah’tan bunu önlemeye kim bir şeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. Maide Suresi, 46. ayet Onların peygamberleri ardından yanlarındaki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil’i verdik. Maide Suresi, 72. ayet Andolsun, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih’in dediği şudur “Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü O, Kendisi’ne ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur.” Maide Suresi, 73. ayet Andolsun, “Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir İlah’tan başka İlah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkar edenlere mutlaka acı bir azap dokunacaktır. Maide Suresi, 74. ayet Yine de Allah’a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Maide Suresi, 75. ayet Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? Yine bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar? Maide Suresi, 78. ayet İsrailoğulları’ndan inkar edenlere, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları nedeniyledir. Maide Suresi, 110. ayet Allah şöyle diyecek “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu’l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde bir şeyi oluşturuyordun da yine iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, yine Benim iznimle ölüleri hayata çıkarıyordun. İsrailoğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, “Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir” demişlerdi de İsrailoğulları’nı senden geri püskürtmüştüm.” Maide Suresi, 111. ayet Hani Havarilere “Bana ve elçime iman edin” diye vahy ilham etmiştim; onlar da “İman ettik, gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol” demişlerdi. Maide Suresi, 112. ayet Havariler “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. O da “Eğer inanmışlarsanız Allah’tan korkup-sakının” demişti. Maide Suresi, 113. ayet Bu sefer Havariler “Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahidlerden olalım” demişlerdi. Maide Suresi, 114. ayet Meryem oğlu İsa “Allah’ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve Senden de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık vericilerin en hayırlısısın” demişti. Maide Suresi, 115. ayet Allah demişti ki “Şüphesiz Ben bunu size indireceğim. Artık sonra sizden kim inkar ederse, Ben onu gerçekten alemlerden hiç kimseyi azaplandırmayacağım bir azapla azaplandıracağım.” Maide Suresi, 116. ayet Allah “Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah’ı bırakarak iki İlah edinin, diye sen mi söyledin?” dediğinde “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri gaybleri bilen Sensin Sen.” Maide Suresi, 117. ayet “Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. O da şuydu Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim dünya hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen herşeyin üzerine şahid olansın.” Maide Suresi, 118. ayet Eğer onları azaplandırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Aziz olan, hakim olan Sensin Sen.” En’am Suresi, 85. ayet Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da hidayete eriştirdik. Onların hepsi salihlerdendir. Tevbe Suresi, 30. ayet Yahudiler “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler; Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar? Tevbe Suresi, 31. ayet Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar ilahlar edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir. Meryem Suresi, 16. ayet Kitap’ta Meryem’i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. Meryem Suresi, 17. ayet Sonra onlardan yana kendini gizleyen bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz Cibril’i göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. Meryem Suresi, 18. ayet Demişti ki “Gerçekten ben, senden Rahman olan Allaha sığınırım. Eğer takva sahibiysen bana yaklaşma.” Meryem Suresi, 19. ayet Demişti ki “Ben, yalnızca Rabbinden gelen bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için buradayım.” Meryem Suresi, 20. ayet O “Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz bir kadın değilken” dedi. Meryem Suresi, 21. ayet “İşte böyle” dedi. “Rabbin, dedi ki -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için bu çocuk olacaktır.” Ve iş de olup bitmişti. Meryem Suresi, 22. ayet Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi. Meryem Suresi, 23. ayet Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki “Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim.” Meryem Suresi, 24. ayet Altından bir ses ona seslendi “Hüzne kapılma, Rabbin senin alt yanında bir ark kılmıştır.” Meryem Suresi, 25. ayet Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin.” Meryem Suresi, 26. ayet Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki “Ben Rahman olan Allah’ a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım.” Meryem Suresi, 27. ayet Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki “Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın.” Meryem Suresi, 28. ayet “Ey Harun’un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz bir kadın değildi.” Meryem Suresi, 29. ayet Bunun üzerine ona çocuğa işaret etti. Dediler ki “Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?” Meryem Suresi, 30. ayet İsa Dedi ki “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Allah Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.” Meryem Suresi, 31. ayet “Nerede olursam olayım, beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet emr etti.” Meryem Suresi, 32. ayet “Anneme itati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı.” Meryem Suresi, 33. ayet “Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de.” Meryem Suresi, 34. ayet İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri “Hak Söz”. Meryem Suresi, 35. ayet Allah’ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O Yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona “Ol” der, o da hemen oluverir. Mü’minun Suresi, 50. ayet Biz, Meryem’in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik. Ahzab Suresi, 7. ayet Hani Biz peygamberlerden kesin sözlerini almıştık; senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan. Biz onlardan sapasağlam bir söz almıştık. Şura Suresi, 13. ayet O “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti bir şeriat kıldı. Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten Kendisi’ne yöneleni hidayete erdirir. Zuhruf Suresi, 57. ayet Meryem oğlu İsa bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan keyifle söz edip kahkahalarla gülüyorlar. Zuhruf Suresi, 58. ayet Dediler ki “Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?” Onu yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye örnek verdiler. Hayır, onlar tartışmacı ve düşman’ bir kavimdir. Zuhruf Suresi, 59. ayet O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğulları’na bir örnek kıldık. Zuhruf Suresi, 60. ayet Eğer Biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde size halef yerinize geçenler olurlardı. Zuhruf Suresi, 61. ayet Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan kıyametten yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. Dosdoğru yol budur. Zuhruf Suresi, 62. ayet Şeytan sakın sizi Allah’ın yolundan alıkoymasın. Gerçekten o, sizin için açıkça bir düşmandır. Zuhruf Suresi, 63. ayet İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki “Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah’tan sakının ve bana itaat edin.” Zuhruf Suresi, 64. ayet “Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O’na kulluk edin. Dosdoğru yol budur.” Zuhruf Suresi, 65. ayet Sonra, içlerinden birtakım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acı bir günün azabından vay o zulmetmiş olanlara. Hadid Suresi, 27. ayet Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik; ona İncil’i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. Bir bid’at olarak Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık emretmedik. Ancak Allah’ın rızasını aramak için türettiler ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır. Saff Suresi, 6. ayet Hani Meryem oğlu İsa da “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler. Saff Suresi, 14. ayet Ey iman edenler, Allah’ın yardımcıları olun Meryem oğlu İsa’nın havarilere “Allah’a yönelirken benim yardımcılarım kimlerdir?” demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki “Allah’ın yardımcıları bizleriz.” Böylece İsrailoğulları’ndan bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkar etmişti. Sonunda Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler. Kuranda Hz Adem ile ilgili Ayetler Hazreti Adem aleyhisselam'ın yaratılışına dair Kur'an-ı Kerim ayetleri şu mealdedir Bir zamanlar Rabb'in meleklere "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Melekler "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" dediler. Rabb'in "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi. Bakara 30. ayet Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.Bakara 31. ayet Ve o zaman meleklere "Adem'e secde edin!" dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu. Bakara suresi 34. ayet Dedik ki "Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." Bakara suresi 35. ayet Derken Âdem Rabb'ından birtakım kelimeler aldı, onlarla tevbe etti. O da tevbesini kabul etti. Muhakkak O, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir. Bakara suresi 37. ayet And olsun biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmiş balçıktan yarattık." Hicr, 15/26. "O insanı Ademi bardak gibi çınlayan kupkuru bir balçıktan yarattı." Rahman, 55/14 "And olsun biz insanı Ademi çamurdan süzülmüş bir hulasadan yarattık." Mü'minun, 23/12 "O, sizi çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir edendir." Enam, 6/2. "Sizi aslınızı ondan topraktan yarattık." Taha, 20/55 "Sizi bir topraktan yaratmış olması O'nun ayetlerindendir. Sonra siz her tarafa yayılır bir beşer oldunuz." Rum, 30/20 Gerçekten Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı.Ali imran suresi 33. ayet Bir zürriyet olarak birbirinden gelmişlerdir. Allah her şeyi işitendir, bilendir. Ali imran suresi 33. ayet Doğrusu Allah katında İsa'nın yaratılışındaki durumu, Adem'in durumu gibidir; onu topraktan yarattı, sonra ona "ol!" dedi, o da oluverdi. Ali imran suresi 59. ayet Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine" Seni öldüreceğim" demişti. Diğeri ise şöyle demişti "Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder". Maide suresi 27. ayet Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı. A'raf suresi 11. ayet Allah buyurdu "Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" İblis "Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." A'raf suresi 12. ayet Sonra Allah, Âdem'e hitab etti "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yeyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." A'raf suresi 19. ayet Biz de Âdem'e şöyle demiştik "Ey Âdem! Şüphesiz bu İblis sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun sıkıntı çeker, perişan olursun." Taha suresi 117. ayet Nihayet şeytan ona vesvese verdi. Şöyle dedi "Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" Taha suresi 120. ayet Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen ayıp yerleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve üzerlerine cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar. Âdem Rabbinin emrinden çıktı da şaşırdı. Taha suresi 121. ayet

hz nuh aleyhisselam ile ilgili iki ayet